Önceki bölümünde “Sanat aynı zamanda bir yatırım aracına dönüşmüştür. Bu yüzden sanatın fiyatlandırmasında, ‘piyasa değeri olan eserlerle, sanat değeri olan eserler’ olarak bir ayrım ortaya çıkmıştır.” dedim. Şimdi oradan devam ediyorum.
Öncelikle şu meseleye açıklık getirelim: Bir yapıtın değerlendirmesinde o yapıtın fiyatı hiçbir zaman kriter değildir.
Eser ve sanatçının kendisi kriterdir. Bunu Picasso’un ifadesiyle açıklarsak, öncelikle sanatçının kim olduğu değil ne olduğu önemlidir. Sonrasında eserin içeriğinin ne olduğu (Biçim) onun değerini belirler. Bu olmazsa olmaz kriterdir. Ancak gelin görün ki, bizim ülkemizde sanatın ne olduğu iyi bilinmediği ya da doğru anlaşılmadığı için yapıtların yalnızca satış fiyatı üzerinden değerlenmesi çok etkili bir ölçüttür. O kadar ki, neredeyse eserin sanatsal değerini de fiyatı belirlemektedir. Bu çok yanlış ve vahim ve de bir o kadar da komik bir durumdur. Düşünsenize eğer eseri piyasa ederine göre yani kaç liraya satılıyorsa o kadar değerlidir derseniz, o zaman tarihte birçok dev sanatçının eserlerini sanatın dışına itmiş olursunuz. Buna Vincent Van Gogh, Paul Gauguin gibi sanatçıların yaşamı çok iyi bir örnektir.
Bilindiği gibi Van Gogh hemen hiç resim satamamıştır. Kardeşinin maddi desteğiyle yaşamıştır. Gauguin ise çok büyük maddi sıkıntılar çekmiş Fransa’yı terk etmiş, Tahiti’ye gitmiş ve yaşamında devletten destek almıştır. Bu durumda eğer sanat eserini satış fiyatı üzerinden değerlendirecek olursak, Van Gogh, Gauguin gibi sanatçıların eserlerinin sanatsal hiçbir değeri yok demektir. Yani beş para etmemesi gerekir. En hafifiyle kendi dönemlerinde sanat değildi, sonra sanat şaheseri oldular gibi absürd bir sonuç ortaya çıkar. Ancak şimdi biliyoruz ki günümüzde her ikisi de dünyanın en büyük sanatçıları olarak biliniyorlar. Ve aynı zamanda eserleri yüz milyonlarca dolar ediyor.
Tabii burada trajik bir durum var. Her iki sanatçı da bugünkü durumlarını hiç bilmediler ve göremeden öldüler. Oysa bu sanatçılar kendi dönemlerinde para eden eserler yapma konusunda çok ustaydılar ama yapmadılar. Büyük sıkıntılara katlanıp kendi sanatsal doğrularından taviz vermeden eser üretmeye devam ettiler. Örneğin Gauguin Tahiti’deki bir anekdotunda, asistanını aynı heykelden birkaç tane yaptığını görünce nedenini sorar. Asistanı ise “Pazarda insanlar bu heykelleri seviyor ve satın alıyorlar onun için yapıyorum.’ deyince Gauguin çok sinirlenip “Bunca zamandır benden bunu mu öğrendin.” diyerek azarlıyor. Günümüze göre bu tutum mantıksız hatta aptalca gelebilir. Ancak unutmayın ki bu gerçek sanatçılar toplumlarına hem fiyat hem de sanatsal değer olarak çok büyük miras bıraktılar. Aynı zamanda kendi döneminde sıfır bedel iken sonra yüz milyon dolarlara ulaşan yatırım objesi ürettiler.
Tabii, burada birde trajikomik bir durum var, o dönemde de sanat eserine bugünki piyasa mantığıyla bakmışlar.
Zamanın meşhur galerileri, büyük koleksiyonerleri ve itibarlı sanat eleştirmenlerinin hemen hepsi de Van Gogh ve Gauguin gibi sanatçıların sanatlarını görememiş ve ilgilenmemişler. Bu yüzden astronomik karlı yatırımı da atlamışlardır. Eh tabii, bu sanat insanlarının torunları da doğal olarak dedelerini sanat cahili, hatta ahmaklıkla suçlamışlardır.
Şimdi gelelim günümüzdeki bir başka sanat cahilliği olan “Dekoratif soyut sanat” saçmalığına. Saçma sözcüğünü bilerek kullandım. Çünkü dekoratif amaçla üretilen her ne varsa, duvar kâğıtları, panolar, halılar, kilimler, döşemelik kumaşlar, perdeler, vs. envai çeşit ürünlerin üzerindeki görsellerin birçoğu zaten soyut görsellerdir ve hiçbirisi de sanat objesi olarak sunulmaz. Zira sadece beğeniye yönelik tasarlanmış ve üretilmiştir. Bu arada dekoratif soyut türü yapıtlar dünyada da görülmüştür ama bizdeki gibi çok etkili olmamıştır. Şimdi size bu konuda ünlü sosyal medya platformu Quora’dan önemli sanat insanların yorumlarını aktarayım:
”Dekoratif sanat’ en geniş anlamıyla memnun etmeyi, eğlendirmeyi, güzelleştirmeyi amaçlayan sanattır, ancak muhtemelen başka pek bir şey değildir. Muhtemelen büyük bir manevi veya aşkın anlam taşıması amaçlanmamıştır.”
‘Zanaatkârlar tarafından sırf eğlence olsun diye kitlesel olarak üretilen ürünler büyük olasılıkla çabuk kaybolacak, kolayca güncelliğini yitirecek, kolayca unutulacak ve yok olduklarında asla üzünülmeyecek.’ (Michelle Gaugy. Sanat galerisi sahibi, yazar, sanat danışmanı)
Ben yazarın sadece şu tespitine katılmıyorum. Elbette kitle için üretilen yapıtlar güncelliğini, yitirecek değerini kaybedeceklerdir. Ancak bizde birçok alıcı hayal kırıklığına uğrayacak ve üzülecektir. Ve de bu konuda kendisini etkileyen sanat çevresini ve sanatçıları kendilerini aldatmakla suçlayacaktır. Ki ben bunun örneğine çok rastladım. Hâlâ da devam etmektedir.
Tek olumlu tarafı, tüm bu yapıtlar sanat eseri olmaktan çıkıp, aslına dönecek yani yalnızca dekor objesi olarak kullanılabilecektir.
Şimdi gelelim Türkiye’de kaygan bir zeminde olan sanat eserini fiyatlandırma konusuna.
Önce şu gerçeği belirterek başlayayım. Galeriler, müzayede evleri eleştirmenler gibi yapılar sanatın bekası için olmazsa olmaz gereklilikleridir.
Günümüzde artık sanat eserini fiyatlandırmada ne kadar kusurlu olursa olsun, ister müzayede evi, ister galeri olsun, satış rakamlarının verisi yani eserin kaça satıldığı bilgisi en etkili ölçütlerden biridir. Ki bu istatiksel satış verileri tüm dünyada sanatı fiyatlandırmada önemli bir referanstır. İşte tam da bu noktada bizdeki fiyatlandırmada vahim bir usül hatası vardır. Müzayedede açık artırma satılan bir eser sonrasında, süresi içerisinde bir şekilde satış işlemi tamamlanmamaktadır. Ama satışı gerçekleşmeyen eser ve fiyatı o listede satılmış olarak görülmektedir. Bu da eserlerin ve sanatçısıyla ilgili fiyatlandırma veri endeksinin oluşumunda önce haksız rekabete, manipülatif hileli sonuçlara ve de istismara yol açmaktadır.
Peki, dünyada bu konu nasıldır? Bunun için dünyanın en büyük müzayede evi olan Christie’s üst düzey uluslararası direktörlerinden olan bir tanıdığıma konuyu açtım. Şimdi bu yazışmalarımızdan önemli cümleleri vereyim:
“Satıştan sonra sonuçları mümkün olan en kısa sürede açıklama yönünde ticari bir baskı vardır. Dolayısıyla, ödemesi yapılmayan bir eser, kesin olmamakla birlikte, 10 ya da 20 gün sonra yayından kaldırılabilir. Satılmadı olarak kaydedilir.”
Görüldüğü gibi, dünya ciddi sanat müesseseleri müzayedede satılan ama süresi içinde satışı resmen belgelenmeyen eserleri satılmadı olarak kayda geçiyor. Bizdeki gibi satıldı olarak kalmıyor. İşte bizdeki müzayedelerde vahim hata dediğim en önemli kısım budur. Bu eksiklik yüzünden özellikle soyut eserlerde çok önemli bir handikap ortaya çıkmaktadır. Müzayedelerde yüksek fiyatlara çıkmış (fiyatı bir şekilde şişirilmiş) bir eserin gelecekte beş kat on kat aşağı indiği sıklıkla görülmektedir. Bu da sanat eserine olan güveni sarsmakta alıcıları tereddüte veya vazgeçmeye sevk etmektedir. Dolayısıyla bu haksız rekabeti, suistimali, istismarı engellemek, sanatın ve sanatçının geleceği için mutlaka halledilmesi gereken bir konudur. Bu konuda Christie’s deki uzmanın iki görüşünü daha verip öyle devam edeyim.
“Birçok çağdaş galeri günümüzde, müzayede yoluyla çağdaş sanatçıların fiyatların aşırı şişirmek ya da iyice düşürmekten kaçınmak için alıcılardan aldıkları resmi birkaç yıl müzayedeye koymayacakları konusunda satış sözleşmesine madde koymaktadırlar.
Christie’s müzayedeye girenlerin ödeme güçlerini teyit etmek için çok zaman ve çaba harcamaktadır. Eğer ilk kez teklif vereceklerse, Christies, müşterinin bankasıyla temasa geçip bankada yeterince paraları olup olmadığına kadar sorgulayabilir ama kişi sahtekârlık yapmayı aklına koymuşsa, bunu önlemek imkansızdır.”
Görüldüğü gibi müzayedeler üzerinden sanatçıların eserleri aşırı şişirip ya da iyice düşürülme olayı tüm dünyada var ve galeriler buna tedbir almaya çalışıyorlar. Ayrıca büyük müzayede evlerinin de kara para aklama ve bu gibi spekülasyonları önlemek için departmanları var ve uzmanları çalıştırıyorlar. Ama kişi kafasına koyduysa bu engellenemiyor. Çünkü yine her yerde olan bir olay vardır, bazı zenginler şişirilmiş fiyattan gerçekten satın alıp faturalandırarak sanatçılarının fiyatını yükseltiyorlar. Bu çok olağandır ve engel olunamaz.
Tabii burada devlet var, hukuk var diye düşünülebilir. Evet, müzayedecinin teslim alınmayan eser veya manipülasyonlar için yasal hakları vardır. Ancak müşteriyi kaçırır ve kötü bir imaj olur endişesiyle bu hakkı pek kullanmak istemezler. Bu doğaldır zira bazen iyi müşterileri de satın almaktan vazgeçebilir. Dolayısıyla işe hukuku bulaştıran müzayede evleri zorlanırlar. Bu yüzden dürüst iş yeri sahipleri de genellikle olayı sineye çekerler.
Bu konuda yapılacak bir şey vardır; hiç değilse müzayedede satılıp da sonradan bir şekilde parası ödenmeyen, alınmayan eserleri listede satılmadı olarak kaydetmektir. Böylece masrafsız fiyat şişirmenin ve düşürmenin önüne geçilir. En azından ilgisiz alakasız kişilerin kimlikleri kullanılarak manipülasyon yapılamaz. Yapılsa bile resmi satış olacağı için hiç değilse vergi dairesi yani devlet kazanır.
Her neyse; bir sanatçı olarak, dürüst ve ilkeli galerici ve müzayedecilerin çoğalması ve de sanat piyasasına hakim olmalarını diliyorum. Zaten sosyal medya özellikle yapay zekâ sanattaki bu karmaşaları kökünden hizaya getirecektir. Bu çok yakındır. Gelecek bölümde devam edeceğim
Instagram
X
Facebook
Linkedln
Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio’nun editöryal politikasını yansıtmayabilir.